Dünkü paylaşımımda sevgili Ebru Akkaş Kuseyri’nin “Ağaç Alfabesi” kitabından ilhamla kendi ağaç alfabemizi oluşturabiliriz demiştim.
Heyecanla hazırladım benimkini. Bazı anılar ne kadar tazeymiş. Bolca çocukluğum var😇 Çocuk olmayı ne çok sevmişim, ne çok özlemişim meğer. Hazır mısınız😉 Başlıyorum😊
Aa: Akasya. İlkokul 3. sınıfta yatılı okudum. Nizamiye yolu üzerinde akasya ağaçları vardı. Baharda gelin gibi süslenirlerdi. Etüt sonrası oraya kadar yürür, ağaçların altında otururduk.
Bb: Badem. Yatılı okulda okuduğum yıllarda yaşadığımız evin bahçesinde badem ağacı vardı. Çitin köşesinde, tavşanların kafesinin hemen çaprazında. Nedense bu ağacı hiç yapraklı olarak hatırlayamıyorum. Hep kuru dallar ve tüylü donuk yeşil kabuğu kıvrılmış bademler o benim için.
Cc:Ceviz. Anneannnemi hiç tanıyamadım ben. O yüzden anneannemin evi diyemiyorum. İşte o diyemediğim evin arkasındaki tarlada kocaman bir ceviz ağacı vardı. Cevizi hiç tazeyken yediniz mi? Taşla kırıp, o bembeyaz, lezzetli kısma ulaşıncaya kadar ellerim öyle bir boyanmıştı ki günlerce çıkmamıştı lekesi.
Çç: Çınar. Domates ektiğimiz tarlanın hemen yanından bir çay akardı. Kışın geçit vermezdi, hatta okula gidemediğimiz günler olurdu. Ama yazları.. Çınar ağaçlarının gölgesinde, suda oynamak, uyduruk oltalarımızla balık tutmak çok güzeldi.
Dd: Dut. Babannemlerin bahçesinde iki tane dut ağacı vardı. Bir karadut, diğeri alacalı. Karadut çok yüksek olduğundan tırmanamazdım. Dedem traktörü çekerdi altına ben doya doya dut yiyebileyim diye.
Ee: Erik. Dut ağacının hemen yanında taş fırın vardı. Onun da yanında erik ağacı. Bembeyaz çiçeklenirdi. Sonra can eriği zamanı. Biraz ekşice olduğundan biz altın sarısı zamanını beklerdik. Hoşafını, kış için de konservesini yapardık.
Ff: Fıstık çamı. İlkokul 4. sınıfın yaz tatilinde dayımın yazlığında kaldım bir ay kadar. Dayım “Bu kız ne kadar da bembeyaz yazlığa gelsin de biraz yansın, vitamin alsın.” demiş bizimkilere. Dayım doktor. Sözüne itibar edilir. İşte o yaz çam fıstıklarını ellerimiz kömür karası olasıya toplayıp kırıp yemiştik.
Gg: Gürgen. Bu ağacı geçtiğimiz yıl katıldığım Dendroloji (Ağaç Bilimi) Okulu’nda tanıdım.
Hh: Huş. Beyaz kabuğunun üzerindeki karaltılarla uzun gövdesi hayranlık uyandırıyor bende. Sitemizin bahçesinde de bir tane var. Tek başına. Bir ormanda yaşamayı ister miydi aklıma gelmiyor değil.
Iı:Ihlamur. Köydeki evin bahçesinde bir ıhlamur ağacımız var. Boyu tam bana göreydi küçükken. Kolayca tırmanırdım. Ihlamur toplamak için çok daha yükseğe. O zamandan beri içtiğim ıhlamurlar o ağaçtan.
İi: İncir. Bostanımızda incir ağacımız vardı. Yapraklarını koparınca süt çıkardı. Şifa derlerdi ona. Yıllar sonra yaşayarak tecrübe etme şansım da oldu. Bizimki kara incirdi. Kabuğuyla birlikte yerdik. Orası satıldıktan sonra inciri pazardan almaya başladık. Dalından koparmak gibisi yokmuş, küçük yaşta anladım.
Jj: Japon Akçaağacı. Bu ağacı şu an oturduğumuz siteye taşındığımızda gördüm. Ama adını çook sonra öğrendim. Tam bir görsel şölen.
Kk: Kestane. Kestaneyi çook severim. Hatta profil ismimin kaynağı olur kendisi. Öze ulaşmak için üç farklı kabuğu geçmek gerekir. Hele dışındaki dikenlidir de. Özel alanım çok kuvvetlidir. Biraz da içedönük biriyim. Belki de bu yüzden özdeşleştirmiş olabilirim kendimi.
Ll: Limon. Kayınvalidemlerin bahçesinde var bir limon ağacı. İlk kez orda gördüm hatta. Çiçekliyken görme şansım olmadı henüz. En çok o halini, çiçeklerinin kokusunu merak ediyorum.
Mm: Meşe. Köydeki tüm tarlalarımızda meşe ağacı vardı. Meşe bana hasat zamanını, koyu gölgesinde serinlediğimiz günleri hatırlatır.
Nn: Nar. Nar ağacını ilk kez 2010 yılı aralık ayında Fethiye’de görmüştüm. Kaldığımız çiftlikte imece usulü nar toplayıp, nar suyu içmiştik.
Oo: Orak elması. Eskiden buğday orakla biçilirdi. Ağustos sıcağında. Bostandaki kavak ağaçlarının altındaki elmalar işte o zaman olgunlaşırdı. Minicik ve mis kokulu. Geçtiğimiz yıl Soğuksu Milli Parkı’da orman içinde yürürken bir elma ağacı bulmuştuk. Çocukluğumun kokusu beni uçurmuştu.
Pp: Porsuk. Porsuk ağacı ile Patrick Ness’in “Canavarın Çağrısı” kitabında tanışmıştım. Korkuyla karışık bir saygı uyandırmıştı bende. Bu arada müthiş etkileyici bir kitap. Filmini ve tiyatro oyununu izleme fırsatım oldu. İkisi de harikaydı.
Ss: Servi. Servi, mezarlık ağacı benim gözümde. Uzun, uca doğru sivrilen gövdesi, koyu yeşil yapraklarıyla huşu uyandırır bende. Bir de yıllar önce izlediğim Çalıkuşu’nu anımsatır.
Şş:Şeftali eriği. Köyde, arka bahçemizde, olgunlaşmasını dört gözle beklediğim iri, sulu eriklerdi bunlar. Aşılama yapılmış o ağaca. İlk kez o zaman duymuştum bu kelimeyi. Hala sihirli gelir.
Tt:Tarçın. Hiç tarçın ağacı görmedim. Ama evde kullandığım tarçının bir ağacın gövdesi olduğunu düşünmek şaşırtıyor beni.
Vv: Vişne. Reçeline bayılırım.
Yy: Yenidünya. Yenidünya ile çok geç tanıştım. Ama çok sevdim. Yerken çekirdekleri niye bu kadar kocaman ve çok kaygan acaba diye sorarım kendi kendime.
Zz: Zeytin. Ben küçükken adaya zeytine gitme diye bir söylem vardı. Çanakkaleliyim. Ada da Gökçeada. Oraya gidilir, bir süre orda kalınırdı. Nasıl canım çekerdi anlattıklarında.
Peki sizin ağaç alfabeniz nasıl olurdu😉