“”Sana meşe ağacının şarkısını söyleyeyim mi?” diye sordum. Ses vermedi, yine de söyledim.
Orman olmayı düşlersen ancak,
Gerçeğe dönüşür orman olmak.
Ama yanlızlığı seçersen eğer
Ne orman kalır geriye ne düşler.”
Şiirsel Taş’ın yazdığı, Akın Düzakın’ın resimlediği Büyük Sevbeni, kentin ortasındaki bir avuç topraktan kocaman bir orman olmaya yolculuğu anlatıyor bize. Kök salmak, toprağın altındaki zenginliği keşfetmek, büyümek, yeşil yaprakların tırtıla ev sahipliği etmesi, tırtılın kanatlı bir bilmeceye dönüşmesi.
Meşe ağacının gövdesini saran sarmaşık, dallardaki türlü kuşlar, yumurtalardaki yeni hayat, toprağa gömdüğü tohumları bulamayan alakarga -İyi ki-. Zira “Buradaki tek ağaçsın ama şimdilik öyle, sabırla bekle… Teklik uzun sürmez tohum verene.”, bu defa da tohumlardaki yeni hayat ve bahar-yaz-güz ve kış. “Ne başı vardı ne sonu, ne öncesi ne sonrası. Dönüp duruyordu zaman ama bizim için her an eksiksiz ve tamdı.”
Orman olmayı düşleyen bir çocuk. Hayatın hayat buluşunu, o coşkuyu, devinimi an an izleyen, hisseden, o coşkuya ortak olan bir çocuk. Ağacın, tırtılın, tohumların, yumurtaların, mevsimlerin döngüsü öyle nahif anlatılmış ki. Şiir gibi, çok tatlı.
Kitabı okuduktan sonra şöyle bir etrafa baktığımızda, biraz ileride görüverdik meşe ağacını. Öyle hoş bir andı ki. Bu meşe ağacı bizim “Büyük Sevbeni”miz oldu artık.