Bazı kitaplar vardır. Anlatmaya nefesim yetmez dediğiniz… “Dünyanın Dokuduğu” onlardan biri benim için. Varlığından haberdar olduğumda henüz dilimize çevrilmemişti. Bir yerlerde bulup dinlemiş, uzaktan gözlerimle sevmiştim. Belki o gün atmıştı ilk ilmeğini. Usul usul hatıralarımda gezinmiş, çocukluğuma, yan odadaki dokuma tezgâhına, kirketlerin ucuna, kahkahalara, türkülere, koca kazanlarda kaynayan kök boyasına, kurumaya bırakılan rengarenk yünlere ve babanneme kadar ulaşmıştı. Dilimize çevrildikten sonra elime aldığımda, dokunduğumda fark ettim ki çoktan bir parçam olmuştu.
“Dünyanın Dokuduğu”, her satırıyla kültürler arası, kuşaktan kuşağa aktarılan hikâyelerin, geleneğin, zanaatin, dokuların, desenlerin, renklerin, seslerin, anıların, hayallerin nasıl iç içe geçtiğini, bizi birbirimize nasıl bağladığını anlatıyor. Çizimler, renkler, çizimlerin ve renklerin anlatım dili büyüleyici.
“Sevgili okur, senin de kendine özgü deseninin ve yaşamına dair amacının ortaya çıktığını hayal ediyorum. Sen de kitaptaki çocuk gibisin. Dokuma tezgahındaki dokuma gibi. Tıpkı benim gibi. Muhtemelen sonuçta nasıl bir dokuma olacağını henüz bilmiyorsun. Ama kesinlikle bir sanat eserisin. Dünyaya birçok iplikle bağlısın. Sıcaklığın, gücün ve güzelliğin dokuma tezgâhının ritmiyle büyüyor.” Yazardan…
Kitabın sonundaki bölümler özenle hazırlanmış. Yazarın ve çizerin notlarını okurken çok duygulandım. İkisi de bu kitabın yolculuğunu ve kendileri için ne ifade ettiğini öyle güzel anlatmışlar ki.
Dilerim yolunuz kesişir. Gönülden tavsiye ederim❤️
(Bu kitabı paylaşırken hep aynı müziği kullandım. Dokuma tezgâhından gelen sesleri duyuyor musunuz? İşte ben o seslerle büyüdüm🥰)