Yeni Zelanda’da, küçük bir çiftlikte yaşayan meraklı bir kız Rosie Joy. Soyadı yaşam mottosu adeta. Kitabın başından sonuna beni de etkisi altına aldı diyebilirim. Çocukluğum köyde geçtiği için geçmişe doğru keyifli bir yolculuk yaptım sayesinde.
Rosie Joy büyüdüğünde kâşif olmak istiyor. Bunu sık sık dile getiriyor. Kâşiflerin çoğunun erkek olduğunu öğrenmesi onu üzer ama hayalinden vazgeçmez yine de. Öğretmeninin deyimiyle “mutlu anlam baloncuları”ndan biri olan keşif kelimesinin peşine düşerler sınıfta tüm arkadaşlarıyla, sorular birbirini kovalar. Rosie Joy’un aklının bir köşesi hep bu kâşif olma hayaliyle harman olmaya devam eder.
Diğer yandan hayatında öyle farklı deneyimler yaşamaktadır ki Rosie. Çok sevdiği tavuğu kuluçkaya yatar.
Sürecin nasıl ilerleyeceğini, neler yapması gerektiğini annesiyle bir kitaptan okuyarak öğrenir.
Civcivlerine kavuşacağı günü iple çeker. Bir çocuk için beklemek ne kadar zordur bilirsiniz. Annesine hamileyken neler hissettiğini sorar.
Bir tablo yapar.
Geçen günleri işaretler. Tavuğuna battaniye örmek için örgü örmeyi öğrenir. Çiftlikteki günlük işler tüm hızıyla devam ederken kâh annesine yanında midillilerin tımarını yapar kâh babasının yanında kuzulayan koyunlara yardım eder.
Rosie Joy’un yaşamına eşlik etmek çok tatlıydı🥰 Alt metinlerde temas edilen cinsiyetçi söylem eleştirileri, kardeşler arası çekişmeler, erkek ve kız kardeşe sahip olmanın farklılıkları, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, çocuk işçiliği, köylü-şehirli olma konuları hikâyeyi güçlendiren detaylardı.
Çocukların pek çok gerçek yaşam tecrübesinden ne kadar uzakta bir hayat sürdüklerini fark etmek üzücüydü. Umarım bu konuda farklı alternatifler zaman içinde çoğalır. Doğada daha fazla zaman geçirme bunların en başında geliyor sanırım😊