Bir önceki posttaki “Afrika’da Kaplan Yoktur” doğal hayatı korumaya ve doğaya karşı sorumluluklarımıza dikkat çekiyordu. “Dağ Kaşındı” da bize bu konuda farklı bir bakış açısı sunuyor. Özellikle doğadan uzak kaldığımız şu son zaman diliminde daha anlamlı oldu bizim için bu kitabı okumak. Doğanın kendini onardığını, iyileştiğini gözlemliyoruz. Bir taraftan umut veriyor elbette bu gelişmeler ama diğer taraftan yine eski haline dönecek endişesi de baki ne yazık ki. En azından ciddi bir farkındalık olmuştur düşüncesine sarılmaya çalışıyorum. Pek çok insanın doğaya saygılı, minimalist ve kendine yeterli yaşama konusunda adımlar atacağına inanıyorum.
Hikayemize dönersek.. Dağ hiç konuşur mu? Ya da kaşınır mı? Bunu Gün’e sormak lazım. Çünkü bu o söylüyor.
Keçisi Kaçar’ın peşinden koşan Gün kendini dağın eteklerinde bulur. İşte o an duyar dağın sesini. Çok şaşırır. İnanmaz da. Ama dağ bir sarsıntıyla sesin gerçekliğine ikna eder onu. Peki bu kaşınma olayı nedir derseniz, aslında biraz düşününce hak vereceksiniz. Madenciler, mermerciler harap etmişler dağın cildini. Bir de sırtına alfalt dökmüşler. Gün anlar onu, yardım eder ama yetmez. Köylü olanları öğrenir.
Onlar da inanmaz ilk başta ve dağ bir sarsıntıyla dile gelir. Bir daha, bir daha.. Köylülerin evleri yıkılır. Muhtar köylüyü seferber eder. Dağ ne isterse yapılacaktır. Köy halkı dağı daha iyi kaşımak için ağaçları keser.
Sonrasında öyle bir yağmur yağar ki. Dağ kusar adeta. Hastalanır. Ve susar. Herkesin eli kolu bağlanır.
Bir gün bir dağcı gelir köye. Köyün, köylünün haline bakınca hayretler içinde kalır. Bilge bir dağcıdır bu. Ve onlara yardım etmek için yola koyulur. Dağ, son kez dağcıyla konuşur ve sonra tamamen susar. Yaşadığı onca şeye rağmen dağın son sözleri yine köy halkının kurtulması içindir. Ve öyle de olur.
Köylüler dağın son dileklerini harfiyen yerine getirir, yüzünü denize döner ve bolluk berekete kavuşurlar.
”Dağ Kaşındı”, Simla Sunay’ın kaleminden, Burcu Yılmaz’ın çizimleriyle ve Redhouse Kidz Yayınları’ndan.